Fas’ta bulunan 300.000 yıllık Homo Sapiens fosili bize, geçen binlerce yıl içinde oldukça küçük DNA değişimleri dışında insanın hiç değişmediğini gösteriyor. Ancak büyük bir hızla ilerleyen bilimsel gelişmeler de bizi bambaşka bir alternatifin olasılığıyla karşı karşıya bırakıyor: İnsan DNA’sının çeşitliliği dolayısıyla ideal bir kombinasyon oluşturulması ve çok daha yüksek fiziksel ve bilişsel becerilere sahip bir “insan” yaratılabilmesi mümkün.
Teknolojinin bilimin farklı alanlarında yarattığı hızlı değişimle beraber, insanın gelecekte neye benzeyeceği, nasıl bir form alacağı ve bu olası değişimlerde yatan fırsatlar ve tehditler de sıkça gündeme gelmeye başladı. Bilim insanları, yeni teknolojileri insanlık yararına, kontrollü ve akıllıca kullanmamız gerektiği konusunda sık sık uyarılarda bulunuyor. Bu durumda bizleri çok daha aydınlık bir dünya bekliyor olabilir. Çünkü hala, insanın sahip olabileceği, ancak makinelerin sahip olamayacağı beceriler var; var olmaya da devam edecek. Ancak belli ki insan da aynı insan olarak kalmayacak, belki de belirli oranlarda makineleşecek. Bizler ya da bizlerden sonraki nesiller de bu değişime ayak uydurmak zorunda kalacağız. Ancak değişimin seyrini tahminleyemediğimiz bir dünyada bu nasıl mümkün olacak? Kendi yarattığımız teknolojinin ve yeni dünya tasarımının öznesi olmaktan çıkıp, nesnesi haline dönüşmemiz söz konusu olabilir mi?
Özellikle genetik, nörobilim ve robotik alanlarında kat ettiğimiz hızlı mesafe, insanın gelecekte, bugünkü bilimin sınırlarıyla tasavvur edemeyeceği versiyonlarına dönüşmesini olanaklı kılabilecek. İnsan ömrünün uzaması, daha gelişmiş bilişsel becerilere, daha iyi bir bedene, daha stabil ve pozitif bir ruh haline sahip olabilmesi için bilimin farklı alanlarında hayata geçirilen çalışmalar, bugünkünden çok farklı bir insan tasarımı yapıyor. Bu karmaşık teknolojilerin geliştirilip yaygınlaştırılması yoluyla insanlığın mevcut refah ve mutluluk seviyesinde önemli gelişmeler sağlanabilmesi mümkün. Bu konu üzerine yapılan tartışmalar “transhümanizm” başlığı altında ele alınıyor. Tıp doktorlarından filozoflara, din ve siyaset bilimcilerden, toplum bilimcilere ve hukukçulara kadar çok farklı disiplinlerden uzmanlar, konuyla alakalı derin tartışmalar içindeler.
14. yüzyılda ortaya çıkan ve modern insanın dünya görüşü ve yaşam anlayışı olarak kabul gören hümanizm, tanrı odaklılıktan insan odaklı olmaya geçişin ve insan merkezli bir dünya tasarımının tohumlarını atmıştı. Transhümanizm ise bu insan merkezli anlayışın ve insanların bilimsel gelişmeler aracılığıyla doğaya karşı üstünlük çabasının bir adım öteye taşınması olarak düşünülebilir. Temel amaçlarından biri yaşlanmayı durdurmak, insanın yaşam standardını düşüren ve hayatını tehdit eden hastalıklara karşı bağışıklık geliştirmesini sağlamak ve bu şekilde insan ömrünü uzatmak. Transhümanizm, hümanizm ile post-hümanizm arasında bir geçiş evresi olarak da görülebilir. Bu ara devrede insanın, robotik, nano-teknoloji, genetik, sinirbilim ve biyoteknoloji gibi alanlarda kaydedilen gelişmelerle, daha kaliteli ve uzun bir ömre sahip olması, bilişsel fonksiyonlarının üst düzeye çıkması ve beynin daha büyük bir kısmını kullanabilir hale gelmesi amaçlanıyor. İnsanın biyolojik ve bilişsel potansiyelinin arttırılmasıyla ortaya çıkacak olan “üst insan”ın, insan merkezli bir dünyada doğanın kendisine sağladığı olanakların yanında kendisinin yarattığı olanakları da kullanarak daha iyi bir yaşam inşa edebileceği öne sürülüyor.
Ünlü tarih profesörü ve yazar Yuval Noah Harari, Homo Deus kitabında insanın az önce bahsettiğimiz gelişmeler üzerinden kendi kendini yaratan bir yarı tanrıya dönüşeceğinden bahsediyor. Bedenler ya da uzuvlar yaratabilen, kendi bedenini değiştirebilen, bilişsel fonksiyonlarını bilgisayar yazılımlarıyla destekleyebilen insan, kendini sürekli yeniden yaratma kudretine erişmiş olacak. İnsanın ve makinenin birleşiminden oluşan sayborgların ortaya çıkışı ile de artık bildiğimiz anlamda “insan”dan değil, insanın üst bir formundan bahsediyor olacağız: Biyolojik ve bilişsel olarak daha iyi fonksiyon gösteren, daha uzun ve sağlıklı bir ömür sürebilen, bedeni ve uzuvları üzerinde kontrol sahibi olan ve maddi imkanları doğrultusunda sürekli daha iyisini elde edebilen bir insan… Mevcut piyasa düzeniyle devam etmemiz durumunda, böyle bir dünyada daha iyi bir bedene ve zihne sahip olabilmenin yolu ise yine maddi olarak güçlü olmaktan geçecek. Dolayısıyla biyolojik ve bilişsel gücünüzü, maddi gücünüz belirleyecek. Bu durumda bugüne kadar hesaba katmadığımız bir eşitsizlik türü, korkutucu bir ivmeyle yükselecek ve yine bu koşullardan hareketle Harari’nin tartışmaya açtığı bir distopya senaryosu ile karşılaşma ihtimalimiz artacak: gereksizler.
Harari’ye göre devletlerin insana ihtiyaç duymasının iki temel nedeni vardı: ekonomik ve askeri nedenler. Daha çok üretmek ve daha büyük bir ekonomik güce kavuşmak için fabrikalarda çalışacak insanlara ihtiyaç vardı. Öte yandan sahip olduğu asker sayısı, bir ordunun gücünü belirleyen, devletlere askeri ve politik avantaj sağlayan en önemli unsurlardan biriydi. Günümüzde ise üretim tesislerinde makinelerin, özellikle fiziksel güçle ilgili olan her işi insanın elinden aldığını görüyoruz. Yakın vadede bu durum emek yoğun olmayan işlere de sıçrayacak ve bizden çok daha yüksek bilişsel becerilerle donatılmış bilgisayarlar yerimizi alacak. Askeri gücün belirleyicisi de artık kaç milyon askeriniz olduğu değil, SİHA (silahlı insansız hava aracı) ve hipersonik silah teknolojilerinizin ne derece gelişmiş olduğu olacak. Harari, kişisel olarak hiçbir insanın gereksiz olduğu kanaatinde olmadığını da belirtmek suretiyle, böyle bir dünyada atıl konuma düşecek olan kitlelerin “gereksiz sınıf” haline geleceğini ifade ediyor. Bu distopik senaryoda gereksizlerin akıbetinin ne olacağı ise çok su kaldıracak bir tartışma konusu.
Comments