2021 yılı itibariyle kırılım teknolojileri ekonomik ve toplumsal sistemlerdeki değişimin ana dinamosu haline geldi. Dönüşüm, kimi ülkelerde eksponansiyel olarak artan hızlarda ve derinlikte gerçekleşirken, kimi ülkeler ise yalnızca izleyici konumunda kalıyor. Eşitsizlik makasının gerek ülkeler, gerekse sosyo-ekonomik gruplar arasında hızla açılmasına neden olan bu dönüşüm, iş gücü piyasalarını ve iş yapma biçimlerini de derinden etkiliyor. Pandemi, dünya çapında yaşadığımız ekonomik daralma, artan politik ve dijital kutuplaşma nedeni ile ilerleyen yıllarda işsizlik sorununa ilişkin pozitif bir görünüm çizmek oldukça güç.
Pandemi boyunca dünya nüfusunun üçte biri karantina altındaydı. Yalnızca Asya-Pasifik iş gücü piyasasında Covid nedeniyle 81 milyon iş kaybı yaşandı. Pek çok sektörde çalışma saatlerinde kesintiye gidildiğini, iş gücü piyasalarındaki büyümenin negatife döndüğünü ve milyonlarca kişinin “çalışan yoksul” sınıfına gerilemesine neden olduğunu görüyoruz. Yine bu süreçte onlarca yıllık çaba sonucu 1 milyarın altına indirmeyi başardığımız açlık sınır altında yaşayan insan sayısının tekrar bu önemli eşiğin üzerine çıkışına tanık olduk. Kadınlar ve gençler ise bu dalgadan en çok etkilenen iki grup olarak öne çıkıyor. ILO’nun pandeminin iş gücü piyasaları üzerindeki etkilerini ortaya koyan yedinci raporuna göre (20 Ocak 2021) 2020 yılında küresel çapta çalışma saatlerinin %8.8’i kaybedildi. Bu da 255 milyon tam zamanlı işe eşdeğer. Kadınlar için istihdam kaybı erkeklere oranla %5 oranında daha fazla iken, genç çalışanlar için de %8.7 oranında daha fazla olduğu görülüyor. Birçok kadının iş dünyasına geri dönebilmesi yıllar alacak ve bu durum da istihdamda cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirecek. Öte yandan küresel iş gücü gelirlerinin (alınan destek tedbirleri hesaba katılmadan) yüzde 8,3 oranında azaldığı tahmin ediliyor. Bu rakam 3,7 trilyon ABD Doları veya küresel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) % 4,4’ü anlamına geliyor. İş gücü piyasalarına verilen zararın kapsamı göz önüne alındığında, bu zararı gidermek üzere alınan mali tedbirler, özellikle gelişmekte olan ekonomilerde yetersiz durumda.
Teknolojik dönüşümün işsizlik üzerindeki etkilerine baktığımızda da sorunun daha da derinleşme potansiyeline sahip olduğunu görüyoruz. OECD’ye göre otomasyon ve yeni nesil dijital teknolojiler nedeniyle her 10 işten biri ortadan kalkacak; perakende, ulaşım, tarım ve inşaat gibi istihdama katkı sağlayan sektörlerde çalışanların yarısı ve eğitim düzeyi düşük çalışanların %40’ı işlerini kaybedecekler. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayımlanan Future of Jobs araştırmasının sonuçlarına göre ise, şirketlerin %43’ü teknoloji entegrasyonu nedeni ile iş gücünde azaltmaya gitmeyi, %41’i ise görev bazlı işler için dış yüklenicilerle çalışma modeline ağırlık vermeyi planlıyorlar.
Öte yandan, pandemi sürecinde karşı karşıya kaldığımız zorunlu dijitalleşme sonrasında, yöneticilerin %84’ü iş süreçlerini dijitale taşıyabileceklerini belirtirken, çalışanlarının %44’ünün işlerini kalıcı olarak uzaktan çalışmayla yürütebileceklerini ifade ediyorlar. Bu noktada beyaz ve mavi yakalı çalışanlar arasında giderek derinleşen bir ayrışma olduğundan bahsetmek mümkün. Diğer yandan şirketler artık ana faaliyet alanları dışında kalan işlerin büyük bir kısmını kendi kadrolarını oluşturmak yerine yüklenicilerle yürütmeyi tercih ediyorlar. Pandemi öncesinde yapılan çalışmalarda serbest çalışanların oluşturduğu gig ekonomisinin hızla büyüyeceğine dair öngörüler ağırlıklı olarak yer alıyordu. Ancak Nisan ayında ABD’de yapılan bir araştırmaya göre gig çalışanların %70’i pandemi sırasında işverenlerden yeteri kadar destek alamadıklarını belirterek durumdan duydukları memnuniyetsizliği ifade etmişler. Pandemi sürecinde Gig ekonomisinde esneklik ve düzenli gelir ve haklara sahip olma arasındaki fiili ve algısal dengenin bozulmuş olması olası. Bu durumdan hareketle gig ekonomisinin ilerleyen dönemlerdeki seyrine ilişkin soru işaretleri beliriyor. Öte yandan Gartner tarafından yapılan bir araştırmada, katılımcı şirketlerin %32’si maliyet düşürebilmek adına tam zamanlı personeli yarı zamanlı çalışanlarla değiştirmeyi düşündüklerini iletiyorlar. Dolayısı ile arz ve talep tarafında çelişen trendlerle karşılaşıyoruz. Bu süreçte ne çalışanların tedirginliği ve güvence arayışı, ne de işverenlerin yarı zamanlı ya da dış yüklenicilerle çalışma talebi azalacak gibi görünmüyor.
POZİTİF GELİŞMELER
Biraz da pozitif gelişmelerden bahsedelim… Pandemi sürecinde beşeri sermayeye yapılan yatırımların önemini daha iyi idrak eden yöneticiler, 2025 yılına kadar çalışanlarının %70’ine yeniden beceri kazandırma ve beceri geliştirme eğitimleri vermeyi planladıklarını belirtiyorlar. Beşeri sermayeye verilen önemi gösteren bir diğer gelişme ise, şirketlerin teknolojik dönüşüm nedeniyle işini kaybedecek olan çalışanlarının yaklaşık %50’sini, farklı rollerde değerlendirmeye yönelebileceklerini ifade etmeleri. Bahsi geçen düzeyde gerçekleştiği takdirde, işten çıkarma ya da iş gücü daraltma stratejileri yerine beceri kazandırılması yoluyla çalışanların farklı rollere geçişinin sağlanması, teknolojik dönüşüm kaynaklı işsizlikle ilgili sorunlara bulunabilecek önemli çözümlerden biri olabilir. Elbette bu oranlar işsizlikle ilgili karşılaşmayı beklediğimiz sorunları ortadan kaldırmıyor, ancak öngörebildiğimiz vade içerisinde sorunun ağırlığını nispeten azaltabiliyor.
Diğer yandan riskli işlerde çalışan ya da işsiz bireyler için beceri kazandırma çalışmalarının, hükümetlerin ana gündemlerinden biri haline getirilmesi gerekiyor. Şirketlerin yalnızca %21’i beceri kazandırmaya ilişkin çalışmalarında kamu fonlarından yararlandıklarını belirtirken, kamu sektörünün, dönüşüm sürecinde işsizlikle yüzleşen bireyler için güvenlik ağları oluşturmasının ve şimdiye kadar farklı gerekçelerle ötelenen eğitim sistemi reformlarının hızla gerçekleştirilmesinin büyük önem arz ediyor. Zira, aksi durumda karşılaşacağımız ekonomik ve sosyal kırılmaların etkileri, dijital işsizlik sorununa ilişkin atılacak adımların maliyetlerinden çok daha ağır olacak.
Comments