İçinden geçmekte olduğumuz hızlı dönüşüm sürecinde, geleceği tahminleyebileceği iddiasında olan tüm modellere eskisine kıyasla çok daha büyük bir şüpheyle yaklaşmaya başladık. Pandemi süreci, öncesinde de yeterince karmaşık olan geleceği çok daha öngörülemez hale getirdi. İnternet ve teknoloji devrimi, çok kısa bir sürede ekonomik ve siyasi güç dengelerini önemli derecede değiştirdi ve yeni eksenler yarattı. Bu gelişmelerin beraberinde gelen toplumsal ve kültürel dönüşümler de, özellikle birim zamanda ortaya çıkan etki açısından daha önceki herhangi bir süreçle karşılaştırılabilir dönüşümler değil. Dolayısıyla eski modeller artık çalışmıyor, mevcut parametreler bizi sağlıklı sonuçlara götürmüyor. Böyle bir durumda, geleceği öngörebilmek adına makro düzeyde gerçekleşen bazı değişimlere özellikle dikkat kesilmek gerekiyor.
Pandemi öncesinde başlayan ve bu süreçte çok büyük oranda hızlanan dijital dönüşüm ile online mecraya taşınan sektörler ve iş modelleri, veriye ilişkin yeni soruları beraberinde getirdi. Sağlık alanında yapay zeka, robotlar ve drone’lar hastalığın yayılımını izlemek, modellemek ve kısıtlayıcı önlemleri uygulamakta, gen düzenleme, sentetik biyoloji ve nanoteknoloji gibi teknolojiler de aşı, tedavi ve teşhis süreçlerinde yoğunluklu olarak kullanılıyor. Blockchain uygulamaları bulaşıcılığı izleyebiliyor, tıbbi tedarik zincirlerini destekleyebiliyor. Tüm bu teknolojilerin beklentiler doğrultusunda katma değer yaratabilmesi için ön koşul olan verinin erişilebilirliği ise, kişisel verilerin korunması, veri mülkiyeti, veri güvenliği ve siber güvenliğe dair soruları beraberinde getiriyor.
Konuyu makro açıdan ele alacak olursak, COVID öncesi süreçte devletlerin politikaları doğrultusunda farklı stratejiler benimsediklerini görüyoruz. Örneğin Avrupa Birliği, ağırlıklı olarak veri korumacılığı esasına dayanan bir konumda. 2018 yılında şirketler açısından son derece hayati düzenlemeler içeren ve ciddi yaptırımları beraberinde getiren Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) yürürlüğe girdi. Diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri’nde kalkınma modelinin gereği olarak şirketlerin ticari hedeflerini önceleyen bir yaklaşımın benimsendiğini görüyoruz. Denklemin diğer tarafındaki Çin’de ise, devletin tüm veriler üzerinde sınırsız kontrolünden bahsetmek mümkün. Dahası, Çin’in 2030 yılına kadar dünya çapında üretilen tüm verilerin %30’unu kontrol edeceği iddia ediliyor. Yalnızca yapay zeka alanında faaliyet gösteren teknoloji girişimleri dahi 2018 yılının ilk yarısında dünya çapındaki tüm özel sermaye yatırımlarından %12 pay almıştı. Söz konusu alanda ABD, Çin ve Avrupa Birliği arasında güçlü bir rekabet yaşandığı gözlemleniyor. Ayrıca küresel dijital şirketlerin yükselen gücü ve yeni teknolojiler aracılığı ile gerçekleşen köklü değişimler de dış politika ve jeopolitik üzerinde dönüştürücü bir etki yaratıyor.
Konunun bu farklı güç blokları nezdindeki önemi dolayısıyla akıllara gelen sorulardan biri, pandemi süreci ve sonrasında veri korumacılığına ilişkin politikaların ne yönde evrileceği. Avrupa Veri Koruma Kurulu COVID sürecinde sağlık verisinin işlenmesine dair özel bir kılavuz yayımladı. Kurul, GDPR’ın bilimsel araştırmaların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurduğunu ve bu tür araştırmaların yapılması için hiçbir engel olmaması gerektiğini belirtirken, ihtiyatlı yaklaşımlarını mümkün olduğunca elden bırakmayarak, hastaların temel haklarına saygı gösterilmesinin gerekliliğini de vurguladı. Salgın sırasında hızlı veri paylaşımı, enfeksiyonun kökeninin ve yayılmasının daha iyi anlaşılmasının sağlanması ve önleyici ve tedavi edici yöntemlerin geliştirilmesi için kritik öneme sahip. Bu süreçte veri toplama faaliyetlerinin büyük bir kısmı Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi gibi uluslararası kuruluşlar tarafından koordine edildi. Aynı zamanda veri ve bilgi paylaşımı için BioRvix, OpenLung, TraceTogether gibi çok sayıda platformun oluşturulduğuna da tanık olduk.
Tüm bu çabalarda veri paylaşımının önemi her zamankinden daha fazla görünür oldu. Ancak toplanan verilerin ve açık yazılımın yarattığı kamu yararının arttırılabilmesi için, aynı türdeki ana açık kaynak faaliyetlerinin bir araya getirilmesine ve koordinasyona ihtiyaç vardı. Öte yandan, açık veri tabanlarının oluşturulması, veri gizliliği ve güvenliği, bu verilerin mülkiyetinin kimde olacağı ve dolayısıyla veriye kimlerin, hangi yetkilerle erişim sağlayabileceğine ilişkin soruları beraberinde getiriyor. İşbirliğine dayanan, sürdürülebilir, veri kalitesi, güvenliği ve gizliliği açısından güvenilir açık veri ekosistemlerinin kurulması çok önemli bir ihtiyaç; ancak tasarımları ve hayata geçirilmeleri de bir o kadar zor. Aynı zamanda bu girişimler, küçük ölçekli kurum ya da işbirliklerinin gerçekleştirebileceği boyutları aşıyor ve bu nedenle genellikle merkezi bir otoriteye olan ihtiyacı doğuruyor. Halihazırda regülasyonlar nedeni ile herhangi bir otoritenin dahil olmadığı sistem ve teknolojilerden bahsetmek de zor.
İlerleyen zamanlarda daha önce bahsi geçen blokların veri politikalarında nasıl bir değişim gözlemleneceği merak konusu. Daha korumacı bir gelecek mi yoksa daha esnek ve işbirlikçi politikalar mı söz konusu olacak? Korumacılığın yükselmesi durumunda bu, insanlığın belki de yegane kurtarıcısı olan teknolojilerin ilerleme hızına ne şekilde sirayet edecek? Özellikle bu blokların dışında kalan, gelişmekte olan ülkeler her iki alternatif senaryoda süreçten nasıl etkilenecekler? Şu anda bir yandan yeni yaşam ve çalışma koşullarımızı tasarlamaya ve belirsizlikleri mümkün olduğunca azaltmaya yönelik çabalarımız devam ederken, diğer yandan da bu soru işaretlerine verilecek cevapları ve olası senaryoları tartışmak oyunda kalabilmek adına büyük önem taşıyor.
Kommentare