DİCLE YURDAKUL
  • BLOG
  • HAKKIMDA
  • YAYINLAR
  • PROJELER
  • EĞİTİM & DERSLER
Resim

Sistemsel Düşünme ve Gelecek Öngörüleri Üzerine

19/6/2020

0 Yorumlar

 
Gestalt Teoremi 20. Yüzyılda Gestalt psikolojisinin kurucularından biri olan Max Wertheimer tarafından ortaya atılmış. Birkaç cümle ile özetlemeye çalışırsak Gestalt, bütünün parçaların toplamında fazlası olmakla kalmayıp, parçalardan bağımsız bir varoluşa sahip olduğunu savunuyor. Aslında Aristoteles de yalnızca 24 yüzyıl önce yazdığı fizik kitabında konuya başka bir bilimin perspektifinden açıklık getirerek, “Bütün ile parça arasındaki karşılıklı ilişkiyi ve karşılıklı ilişkinin düzenliliğinden doğan yeni bir ‘bütün’ü görebilmek gereklidir.” diyor. Günümüzde sıklıkla duyar hale geldiğimiz, geleceğin becerilerinden bahsederken önemle üzerinde durduğumuz “sistemsel düşünme” de bu parça-bütün ilişkileri ile ilgili oldukça önemli bir beceri seti.

Bu önemli beceriyi edinmek bir yandan bizi geleceğin dünyasında daha yetkin bir birey olmaya hazırlarken, diğer yandan o dünyanın nasıl bir dünya olacağını tanımlama ve tahminleme gücümüze de büyük katkı sağlıyor. Zira o muğlak ve belirsiz gelecek ekonomik, politik, sosyal, kültürel sistemlerin, eski yeni pek çok yapının ve değişkenin etkisinde şekillenecek. Faruk Eczacıbaşı’nın, benim için bir başucu kitabı niteliğinde olan “Daha Yeni Başlıyor” kitabının önsözünde Zeynep Tüfekçi, durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Eski dünyanın kurumlarıyla yeni dünyanın kurumları aynı oyun tahtasında katmanlı, karışık ve sürekli devinen bir etkileşim içinde.” Dolayısı ile bu yeni dünyayı anlamak için önce parçaların davranışlarına, parçalar arası etkileşimlere ve sonrasında da bu etkileşimlerden doğan yeni varlığa ilişkin bilgiye erişmemiz gerekiyor. Elbette bu çok çok zor bir iş. Ancak kısmen de olsa “ön görebiliyor” olmanın vereceği güce her zamankinden çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Zira sürdürülebililik ve eğitim alanlarında bu kavram üzerinde çalışan Prof. Stephen Sterling’in de bahsettiği gibi “Eğer sürdürülebilir bir gelecek kurmak istiyorsak, bağlantılı düşünmeliyiz.” Bunun yanında ve ötesinde, Homo Sapiens 300.000 yıldır en son ne zaman geleceğinden bizler kadar endişeli olmuştu, bilemiyorum. Bu endişeleri kısmen de olsa hafifletebilmek için öngörünün gücüne sığınma ihtiyacı içindeyiz.

Gelecek teorileri, bu gelecekteki sosyal, kültürel hayat ve iş hayatı konularına merak duyan biri olarak, öngörme konusundaki her beceriksizliğimizi sistemsel düşünmenin eksikliği ile ilişkilendirmeye başladım. Geleceğin iş dünyasını öngörmeye çalıştığımızda üzerinde düşünmemiz gereken pek çok sistem, katman ve kurum var: teknolojik dönüşüm hızı, ekonomik büyüme, yatırım sermayesi akışı, demografik faktörler, kentleşme eğilimi, iklim krizi, kurumların iş modellerindeki değişimler, eğitim sistemi, işgücü piyasalarındaki dönüşüm, devlet politikaları, teknolojik dönüşüm hızı, kültürel dönüşüm hızı, vb… Bu çok sistemli, çok katmanlı yapıda parçaların birbirini nasıl etkilediğine ve parçalardan bağımsız bir bütün oluşturduğuna kısa bir hayali senaryo ile bakalım: Eğitim sistemimizi teknolojik dönüşüm hızının gerektirdiği hızda dönüştüremememiz durumunda, beceri açığı derinleşir ve yetenek havuzumuzu teknolojik dönüşümün gerektirdiği becerilere sahip bireyler ile destekleyemeyiz. Bu durumda, bu becerilere sahip bireylerin ilgili pozisyonları doldurmak üzere farklı yöntemlerle, farklı coğrafyalardan transfer edilerek sisteme dahil edilmeleri gerekir. Ancak beceri açığı nedeniyle karşılaşılması muhtemel yüksek işsizlik oranlarının getirdiği sosyal sorunlar, politika yapıcıları korumacı tedbirler almaya sevk edebilir. Bu tedbirler kapsamında uluslararası işgücü mobilitesi sınırlandırılabilir; bu durum da gerekli becerilerin karşılanamaması nedeniyle yüksek katma değerli işlerin farklı ülkelere taşınmasına  neden olabilir. Bahsettiğimiz daha önce deneyimlenmemiş bir senaryo değil; ancak artık geleneksel kurumların ve sistemlerin güç kaybettiği farklı bir dünyadayız ve yaşanan dönüşümlerin hızı hiçbir zaman 4. Endüstri Devrimi’ndeki kadar yüksek olmamıştı. Tek bir hayali senaryoda, gerçek durumda süreci etkileyebilecek pek çok değişkene hiç değinmeden dahi ne kadar karmaşık bir “bütün”le karşı karşıya olduğumuz ve böyle bir bütünün öngörülebilirliğinin ne denli güç olduğu ortada.

Yukarıda da bahsettiğim üzere bu konular üzerinde düşünürken, söz konusu parçaları –ki bu noktada parça olarak bahsettiğim her yapı da aslında kendi içinde bir sistem- ve parçalar arası ilişkileri görerek, buradan bütüne dair çıkarımlarda bulunabilmek için “sistemsel düşünme nasıl geliştirilir?” sorusu üzerine gitmek gerekiyor. Aslında sistemsel düşünme, kendi içinde pek çok alt beceriden oluşan bir üst düzey bilişsel beceri seti. Kısaca bahsetmek gerekirse, sistemsel düşünme aşağıdaki becerilerden oluşuyor:
  • Sistemlerin tüm boyutlarını tanımlayabilmek
  • Makro sistemlerin (ekolojik sistemler vb.) etkilerini tanımlayabilmek
  • Makro ve mikro sistemlerin bileşenlerini tanımlayabilmek ve bu bileşenler arası ilişkileri tespit edebilmek
  • Sistemlerin yüzeyde olmayan, gizli bileşenlerini ortaya koyabilmek
  • Tarihsel bağlantıları kurabilmek (geçmiş, günümüz ve gelecek arasındaki ilişkiyi görebilmek)
  • Sistemlerin döngüler halinde çalıştıkları durumları fark edebilmek, örüntüleri ortaya çıkarabilmek
  • Sistem içindeki bireylerin rollerini ve davranışlarını açıklayabilmek, anlamlandırabilmek
  • Sistemin diğer canlı öğelerinin davranışlarını açıklayabilmek, varsa örüntüleri tespit edebilmek
  • Mekan ve fiziksel koşullar ile sistemlerin işleyişi arasında ilişki kurabilmek.
Bu beceri setlerinin her birini geliştirmek için ciddi bir çaba harcanması gerekiyor. Bana göre bir kısmı yoğun bir biçimde bilgi birikimine dayalı. Dolayısıyla beceri olarak nitelendirmekten ziyade gelişim alanı olarak adlandırmak daha yerinde olabilir. Diğer taraftan, edinilmiş bilgileri farklı yapıları analiz ederken anlamlı hale getirebilmek ise yoğun bir pratik gerektiriyor. Zannederim beceri olarak adlandırabileceğimiz kısım da bu. Söz konusu becerileri geliştirmek isteyenler için aşağıda yer alan eleştirel düşünme pratikleri oldukça işe yarar araçlar sunuyor:

Dinamik Düşünme
Statik düşünmenin aksine, dinamik düşünmede spesifik olaylara değil, tekrarlayan, belirli bir örüntü izleyen durumlara odaklanmak gerekiyor. Dolayısıyla zamanda alınan bir nokta değil, bir kesit üzerinden değerlendirme yapılıyor. Örneğin; üzerinde çalıştığınız bir probleme dair çözüm önerisini incelerken kendimize “bu çözüm hangi zaman aralığında uygulanabilir, uygulanması ne kadar sürer, bu sürede neler değişir, bu çözüm şu anda odağımız olmayan diğer hangi değişkenleri etkiler?” gibi soruları da sormalıyız.

İç Odaklı Nedensellik
Sistemler ve yarattıkları etkiler düşünülürken genellikle olaylara dış faktörlerin neden olduğu ön yargısı ile bakarız. Bazen durum gerçekten bu şekilde olabilir. Ancak daha bütünsel bir bakış açısı için aslında kontrolümüz altında olan değişkenleri de modele dahil etmek gerekir. Bu noktada sorulabilecek sorulardan biri şu olabilir: “Ne yaparak / yapmayarak kendimizi kontrol edemediğimiz dış faktörler karşısında savunmasız hale getiriyoruz?”. Bu noktada gelişim alanımızı tespit edip somut adımlar atabilmek daha mümkün hale geliyor.

“Bir Orman Gibi”
Tek tek ağaçlara bakmak yerine ormanı görmek, sistemsel düşünmenin ana unsurlarından biri. Ağaçları tanımak, birbiri ile olan ilişkileri keşfetmek her ne kadar önemli ise münferit olay ya da durumların dışına çıkarak benzerlik ve örüntüleri keşfetmek de bir o kadar önemli. Örneğin; bu hafta aşırı yüklenme nedeni ile çöken bir sisteminizle ilgili sorunu çözmek bir konuyken, bu sistemin hangi aralıklarla devre dışı kaldığını, vakalar arasında bir benzerlik olup olmadığını tespit etmek de uzun vadeli çözüme giden daha önemli bir konu. Dolayısıyla her olaya bu şekilde yaklaşmayı sistematik ve devamlı hale getirmek gerekiyor.

Operasyonel ve Döngüsel Düşünme
Olayları çözümlerken genellikle o olayı ya da durumu ortaya çıkaran faktörlerin bir listesini yaparız. Bu liste, sonucu etkileyen olası değişkenlerden oluşan, genellikle tek yönlü ilişkiler gösteren doğrusal bir listedir (verimliliği artırmak için evden çalışan personelin motivasyonunu yükseltmeliyiz vb.). Operasyonel düşünme, bu düşünme biçiminden çıkıp, durumları parçası oldukları “sürecin” içinde değerlendirmeyi salık veriyor. Bu nedenle çalışma sürecini haritalandırıp, sürecin hangi noktasında nasıl bir iyileştirmeye ihtiyaç olduğuna bütünsel olarak bakmak gerekiyor. Bunun için “süreci etkileyen faktörler nelerdir?” sorusunun yerini “sürecin doğası nedir, bu süreç nasıl işler?” sorusu almalı. Aynı zamanda durumu etkileyen değişkenlerin tek yönlü doğrusal ilişkiler içinde değil, döngüsel ve çok yönlü ilişkilerle birbirini etkilediğini de dikkate almak gerekiyor. Dolayısı ile doğrusal düşünme eğilimimizden biliçli bir farkındalıkla uzaklaşmamız ve tüm ilişkileri görmeye çalışmamız gerekiyor.

Nicel Düşünme
İşletmelere ilişkin pek çok analizde, yalnızca ölçülebilir, “hard” tabir edilen değişkenlere yoğunlaşıldığını, sosyal, kültürel ve psikolojik pek çok sistem değişkeninin “soft” ya da “ölçülemez” olması nedeni ile devre dışı bırakıldığını görüyoruz. Bu oldukça yanıltıcı sonuçlara varmanıza neden olabiliyor. Örneğin; yeni ofisinizin neden planladığınız performans seviyesine çıkamadığını anlamaya çalışırken “ölçülemez” bir değişken olan çalışan adaptasyonunu, gerek ölçülememe, gerekse “soft” değişken olma dolayısı ile değerlendirmeye almazsanız,  planlarınızı bir süre daha ertelemek durumunda kalabilirsiniz. Bu noktada yapılan en temel yanlışlardan biri de “ölçme” ile “rakamsallaştırma” kavramlarının birbirine karıştırılması. Sonucu etkileyen her değişkeni cihazlarla, sensörlerle ölçebilmeniz mümkün olmayabilir. Ancak pek çok değişkeni, algısal düzeyde rakamsallaştırarak modele dahil etmek mümkün ve bütünü görebilmek de bunu gerektiriyor.

Bilimsel Düşünme
Aslında bu aşamaya kadar değindiğim tüm noktalar, bilimsel düşünmenin de unsurları arasında. Ancak sistemsel düşünme perspektifinde vurgulanması gereken önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum: Bilim dünyasında işimizin önemli bir kısmı gerçek hayatı anlamak üzere, çok değişkenli sistem modelleri kurarak, bu modelleri sürekli test edip kırılma noktalarını (reddedilen hipotezleri) tespit etmek ve modeli tekrar tekrar, yeniden kurgulamak. Amaç bir nevi mükemmele ulaşmak. Ancak son zamanlarda yaşadıklarımız da dahil olmak üzere pek çok olay, durum ve değişim, gerçek dünyada mükemmel bir modelin var olmadığını bize bir kere daha göstermiş oldu. Sistemsel düşünme de bu açıdan bakarak mükemmeli değil, en kullanışlı ve işler modeli dikkate alıyor. Yeterli sayıda ağaçla ormanı görebilmek mümkün ise bu bakış açısından işlevsel bir modele sahip olmuş oluyorsunuz.
Sistemsel düşünme pratiklerinizi geliştirmek isterseniz, başta MOOC platformları olmak üzere internet üzerinden erişebileceğiniz sınırsız kaynak mevcut. Ben bu beceriyi geliştirme çabasının entelektüel gelişimimiz açısından da oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Zira bütünü görebilme çabamızda tek ve hür ağaçların doğasını, dalları ve kökleri ile kurdukları ağlar üzerinden birbirlerini nasıl etkilediklerini ve bir bütünü nasıl oluşturabildiklerini anlamak için epey bir veri toplamak ve araştırma yapmak gerekiyor. Bu nedenle geleceğin becerileri arasında önemli bir yere sahip olan sistemsel düşünme becerisini edinmek üzere çalışmak, bir çok açıdan fayda yaratacaktır.

Yararlanılan kaynaklar: https://thesystemsthinker.com/

* Bu yazı Başlangıç Noktası blog sayfası üzerinden de okunabilir.
​https://baslangicnoktasi.org/sistemsel-dusunme-ve-gelecek-ongoruleri-uzerine/


0 Yorumlar

Tech4Good: Blockchain Tabanlı Sürdürülebilir Tedarik Ağları

8/5/2020

0 Yorumlar

 
Tedarik Ağlarında Yıkıcı Dönüşüm

Bu yazıyı 10 yıl önce kaleme almam durumunda “sürdürülebilir tedarik zincirleri” olarak atacağım başlık, biraz önce “sürdürülebilir tedarik ağları” olarak hayat buldu. İstisnasız her alanda kavramsal ve pratik olarak öneminin farkına vardığımız “ağlar”, son derece girift hale gelen ürün ve hizmet tedarik süreçlerini tanımlamak üzere de kullanılıyor. Artık tek yönlü bir zincir ile değil, döngüsel ve karmaşık zincirlerden oluşan çok katmanlı tedarik ağları ile karşı karşıyayız.

Ürün ve hizmet tedariği süreçlerinde kullanılan yapılar son yıllarda köklü değişimlere uğradı. Paylaşım ekonomisinin etkisi ile hayatımıza giren, günümüzün gözde dijital platformları (Airbnb, Uber gibi), bir ağın içinde yer alan farklı üyelerden akan verileri tek elden yönetmek üzerine kurulu. Ağ üyelerinin birbirleri ile olan tedarik ilişkileri, bu ilişkilerden doğan süreçler ve her bir ağ üyesine dair detaylı bilgiler bu platformların sahiplerinin erişim ve kontrolü altında. Öte yandan bu merkezi modellerin, geleceğin dünyasında istediğimiz ve ihtiyaç duyacağımız cinsten yapılar olup olmadığı sorusu akıllara geliyor. Zira bu modeller karşılıklı kazanç ve fırsatlar yaratabileceği gibi, yalnızca platform sahibine tanıdığı veriye erişim ve kontrol yetkisi nedeni ile monopolistik güç yaratma ihtimalini de beraberinde getiriyor. İstediğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz yapı bu mu? Bu soruya verilebilecek “hayır” yanıtının iki olası nedeni var: bu yapılar kapsayıcı değil ve dolayısı ile uzun vadede sürdürülebilir olmama ihtimalleri yüksek.

Bu noktada, geleceğin dünyasında var olmasını istediğimiz ağ yapılarına ilişkin temel alternatifi blockchain sunuyor. Zira blockchainde verilerin sahipliği ve yönetimi tek elde toplanmak yerine ağın tüm üyelerine ait. Zincirde yer alan her veri, tarafların karşılıklı olarak mutabık kaldıkları bir uzlaşma modeli üzerinden yapılandırılıyor. Buna göre verilerin doğruluğu herkes tarafından kabul ediliyor; veri yönetimine dair gerçekleştirilen tüm işlem ve güncellemeler değiştirilemez ve silinemez biçimde kayıt altına alınıyor.

Sürdürülebilirlik – Blockchain İlişkisi

Blockchain teknolojisi daha etkin bir tedarik ağı yönetimi için pek çok fırsatı beraberinde getiriyor. Maliyetleri düşürme, taşımacılık, depolama ve tedarik zamanlamasına ilişkin süreçlerin daha sorunsuz ve hatasız biçimde yürütülebilmesi, tedarikçilerin faaliyetlerine ve niteliklerine ilişkin bilgi ve belgelerin güvenilir ve şeffaf biçimde paylaşılmasının sağlanması bu avantajların başlıcaları. Blockchain tabanlı tedarik ağları operasyonel verimlilik, daha iyi bir iletişim, daha az uzlaşmazlık ve belki de en önemlisi daha esnek ve direnç sahibi sistemler sağlıyor. Bu ademi merkeziyetçi yapı, yetkiyi ve gücü tek bir otoritede toplayan yapıya kıyasla çok daha güvenilir ve sürdürülebilir.

Bu düzeyde bir şeffaflık şirketler açısından istenen bir durum mudur sorusunun cevabı, içinden geçtiğimiz bu günlerde daha da netleşmeye başladı. Hepimizin varlığı ve ortak çıkarları için tüm kurumlar ekonomik, sosyal ve çevresel olarak sürdürülebilir, sorumlu, şeffaf ve hesap verebilir olmak durumundalar. Aksi durumda geleceklerine ilişkin son derece haklı kaygılar taşıyan tüketiciler ve vatandaşlar tarafından tepkiyle karşılanacak olmaları son derece muhtemel. İyi ve sorumlu bir şirket olduğunuza dair bir savınız varsa, bunu kanıtlamanız için herhangi bir sertifika ya da akreditasyondan daha fazlasına ihtiyacınız olacak. Üretim başta olmak üzere tüm operasyonlarınızda gerçek, şeffaf ve değiştirilemez veriler ile savınızın arkasında durmanız beklenecek.

Bu noktada ise devreye blockchain tabanlı sürdürülebilir, sorumlu ve şeffaf tedarik zinciri ağları giriyor. Bu ağlarda veri tek bir kişi ya da kurum tarafından değiştirilemediği  ve izin verilen tüm kullanıcılar tarafından görüntülenebildiği için ürünün menşei, üretim aşamaları, tarih damgası adı verilen etiketler aracılığı ile örneğin gıda ürününü tarladan alındığı tarihten rafa geldiği noktaya kadar tüm süreç şeffaf bir biçimde izlenebiliyor. Datanın değiştirilemez olması nedeni ile yanlış ya da yönlendirici bilgilendirmenin önüne geçilmiş oluyor. Dolayısı ile tüketiciler de dahil olmak üzere tüm ağ üyeleri açısından güven tesis ediliyor. Öte yandan, herhangi bir ürüne ilişkin bir sorunla karşılaşıldığında, ürünün kaynağının biliniyor olması dolayısı ile hızla müdahale etmek ve çözüm geliştirmek mümkün. Bu durum tüketiciyi koruduğu gibi, üreticiler açısından da maddi ve gayri maddi pek çok maliyetin oluşmasının önüne geçiyor.

Uygulamada Neler Oluyor?

Sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik alanında uzun yıllardır katedilen mesafeden çok daha fazlasını son yıllarda yeni nesil teknolojiler sayesinde katetmeye başladık. Başa çıkmak durumunda olduğumuz sürdürülebilirlik sorunlarının boyutlarını düşündüğümüzde, kaynakları bu alana hızla yönlendirmenin de son derece mantıklı bir adım olacağını görüyoruz.

Örneğin gıda sektöründe nihai tüketici, blockchain tabanlı uygulamalar üzerinden mutfak tezgahındaki gıdanın üretimine ilişkin tüm bilgilere ulaşarak, gıda güvenliği ile ilgili aklındaki soru işaretlerini giderebiliyor. Diğer yandan tarım sektöründe zor koşullar altında faaliyet gösterdiğini bildiğimiz küçük üreticiler için de yeni fırsatlar doğuyor. BanQu adlı sosyal girişim, küçük üreticinin kakao ve kahve gibi tarım ürünlerini alıcılarla buluşturuyor. Küçük üretici, blockchain tabanlı tedarik ağı üzerinden sattığı ürünün ağırlığını, fiyatını ve alacağı ödemeyi teyit ediyor.Ürünün tüm sürecini takip edebilen alıcı, ürüne iliskin ödemeyi doğrudan üreticiye yapabiliyor. Bu durum aracılık sisteminin tarımsal üretim ve küçük üretici üzerindeki etkilerini en aza indirgiyor. Ayrıca daha önce böyle bir tedarik ağının bir parçası olduklarını kanıtlama imkanı bulamayan üreticiler, bu imkana kavuşarak bankaların finansal hizmetlerinden yararlanabilir hale geliyorlar. Akıllı sözleşmeler ve mobil bankacılık hizmetleri aracılığıyla küçük ölçekli çiftçilerle doğrudan bağlantı kurularak adil ödeme ve finansal kapsayıcılık için de önemli bir adım atılmış oluyor.
Blockchain sistemi ile atık yönetimi süreçleri, geri dönüşüme sokulan atık miktarı ve hatta karbon emisyonu değerlerinde de ilerleme kaydediyoruz.  Örneğin atık yönetimi alanında faaliyet gösteren Plastik Bank, yılda 8 milyon metrik ton plastiğin okyanuslara karışmasını blockchain ile önlemeye çalışıyor. Şirketin tedarik ağı, dar gelirli atık toplayıcılar ile bu atıkları satın alan şirketleri buluşturuyor. Sürecin hiçbir noktasında aracının manipülasyonuna imkan vermeyen blockchain sistemi sayesinde atık toplayıcılar, topladıkları atık miktarının kilosunu ve bedelini teyit ediyor ve ürün bedeli, atığı satın alan şirket tarafından dijital ortamda kendilerine aktarılıyor. Bu sayede binlerce atık toplayıcı güvenilir bir biçimde ödemelerini alırken, atıkları satın alan şirketler de daha tahminlenebilir ve düzenli bir tedarik akışına sahip oluyor.
Öte yandan aynı sistem, özellikle Afrika’da maden sahalarında çok ağır koşullarda çalıştırılan çocuk işçilere ilişkin sorunun çözümüne de katkıda bulunuyor. Örneğin, bu madenleri hammadde olarak satın alan bir üretici şirket, söz konusu hammaddenin yalnızca sosyal sorumlu yöntemlerle ve kayıtlı iş gücü ile çıkarılmış olduğundan emin olabiliyor. Cevher rafineriye ulaştığında, üretime alınan miktar değiştirilemez bir veri olarak kayıt altına alınıyor. Öte yandan, bu miktardaki girdi ile üretim sürecinden elde edilmesi gereken bitmiş ürün miktarı karşılaştırılarak, sistemde herhangi bir anomali olup olmadığı tespit ediliyor. Dolayısı ile sorumlu bir üreticiden tedarik ettiğinizi düşündüğünüz ürüne, farklı kaynaklardan iyi olmayan süreçlerle elde edilmiş materyallerin karıştırılması ihtimali ortadan kalkıyor. Bu sayede kayıt dışı ve çocuk işçilik gibi ağır sosyal sorunlarımıza çözüm bulma ihtimalimiz de artıyor.

Son olarak, sivil toplum tarafında da dönüştürücü blockchain uygulamalarına tanık oluyoruz. Örneğin bazı insani yardım kuruluşları bağış ve yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştığından emin olmak amacıyla blockchain tabanlı sistemler kullanmaya başladılar. Son olarak Dünya Sağlık Programı Ürdün’deki mülteci kamplarına ulaştırılacak olan yardımları, uygulanan pilot proje kapsamında blockchain tabanlı bir platform üzerinden yürüttü. Buna benzer uygulamaların tüm taraflar açısından daha güvenilir ve sürdürülebilir sistemler oluşturduğuna tanıklık ediyoruz.

Her geçen gün çoğalan iyi örnekler ve henüz yolun başındayken yarattığı etki, blockchain teknolojisinin pek çok sektörü ve süreci temelinden sarsacağının ve dönüştüreceğinin açık bir göstergesi.Yine bu örneklerden hareketle, tedarik ağları yönetiminin de köklü bir biçimde değişeceğini öngörmek mümkün. Blockchain tabanlı sürdürülebilir tedarik ağları, operasyonel verimlilik artışının yanında ve çok daha ötesinde, “daha iyi bir dünya” için şeffaflık ve güven temelli ağlar inşa edilmesinin yolunu açacak.

*Bu yazı Başlangıç Noktası blog sayfası üzerinden de okunabilir.
​https://baslangicnoktasi.org/tech4good-blockchain-tabanli-surdurulebilirtedarikaglari/
0 Yorumlar

    Arşivler

    Kasım 2020
    Eylül 2020
    Temmuz 2020
    Haziran 2020
    Mayıs 2020

    Kategoriler

    Tümü
    Blockchain
    Büyük Veri
    COVID 19
    Future Of Work
    Geleceğin Meslekleri Ve Becerileri
    Gözetim Kapitalizmi
    HealthTech
    Nörobilim
    Sistemsel Düşünme
    Sürdürülebilirlik
    Tech4Good
    Tech Law
    Tedarik Zinciri
    Veri Mahremiyeti

    RSS Beslemesi

Destekleyen: Özelleştirilebilir şablonları kullanarak size özel web sitenizi oluşturun.
  • BLOG
  • HAKKIMDA
  • YAYINLAR
  • PROJELER
  • EĞİTİM & DERSLER