Gestalt Teoremi 20. Yüzyılda Gestalt psikolojisinin kurucularından biri olan Max Wertheimer tarafından ortaya atılmış. Birkaç cümle ile özetlemeye çalışırsak Gestalt, bütünün parçaların toplamında fazlası olmakla kalmayıp, parçalardan bağımsız bir varoluşa sahip olduğunu savunuyor. Aslında Aristoteles de yalnızca 24 yüzyıl önce yazdığı fizik kitabında konuya başka bir bilimin perspektifinden açıklık getirerek, “Bütün ile parça arasındaki karşılıklı ilişkiyi ve karşılıklı ilişkinin düzenliliğinden doğan yeni bir ‘bütün’ü görebilmek gereklidir.” diyor. Günümüzde sıklıkla duyar hale geldiğimiz, geleceğin becerilerinden bahsederken önemle üzerinde durduğumuz “sistemsel düşünme” de bu parça-bütün ilişkileri ile ilgili oldukça önemli bir beceri seti.
Bu önemli beceriyi edinmek bir yandan bizi geleceğin dünyasında daha yetkin bir birey olmaya hazırlarken, diğer yandan o dünyanın nasıl bir dünya olacağını tanımlama ve tahminleme gücümüze de büyük katkı sağlıyor. Zira o muğlak ve belirsiz gelecek ekonomik, politik, sosyal, kültürel sistemlerin, eski yeni pek çok yapının ve değişkenin etkisinde şekillenecek. Faruk Eczacıbaşı’nın, benim için bir başucu kitabı niteliğinde olan “Daha Yeni Başlıyor” kitabının önsözünde Zeynep Tüfekçi, durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Eski dünyanın kurumlarıyla yeni dünyanın kurumları aynı oyun tahtasında katmanlı, karışık ve sürekli devinen bir etkileşim içinde.” Dolayısı ile bu yeni dünyayı anlamak için önce parçaların davranışlarına, parçalar arası etkileşimlere ve sonrasında da bu etkileşimlerden doğan yeni varlığa ilişkin bilgiye erişmemiz gerekiyor. Elbette bu çok çok zor bir iş. Ancak kısmen de olsa “ön görebiliyor” olmanın vereceği güce her zamankinden çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Zira sürdürülebililik ve eğitim alanlarında bu kavram üzerinde çalışan Prof. Stephen Sterling’in de bahsettiği gibi “Eğer sürdürülebilir bir gelecek kurmak istiyorsak, bağlantılı düşünmeliyiz.” Bunun yanında ve ötesinde, Homo Sapiens 300.000 yıldır en son ne zaman geleceğinden bizler kadar endişeli olmuştu, bilemiyorum. Bu endişeleri kısmen de olsa hafifletebilmek için öngörünün gücüne sığınma ihtiyacı içindeyiz. Gelecek teorileri, bu gelecekteki sosyal, kültürel hayat ve iş hayatı konularına merak duyan biri olarak, öngörme konusundaki her beceriksizliğimizi sistemsel düşünmenin eksikliği ile ilişkilendirmeye başladım. Geleceğin iş dünyasını öngörmeye çalıştığımızda üzerinde düşünmemiz gereken pek çok sistem, katman ve kurum var: teknolojik dönüşüm hızı, ekonomik büyüme, yatırım sermayesi akışı, demografik faktörler, kentleşme eğilimi, iklim krizi, kurumların iş modellerindeki değişimler, eğitim sistemi, işgücü piyasalarındaki dönüşüm, devlet politikaları, teknolojik dönüşüm hızı, kültürel dönüşüm hızı, vb… Bu çok sistemli, çok katmanlı yapıda parçaların birbirini nasıl etkilediğine ve parçalardan bağımsız bir bütün oluşturduğuna kısa bir hayali senaryo ile bakalım: Eğitim sistemimizi teknolojik dönüşüm hızının gerektirdiği hızda dönüştüremememiz durumunda, beceri açığı derinleşir ve yetenek havuzumuzu teknolojik dönüşümün gerektirdiği becerilere sahip bireyler ile destekleyemeyiz. Bu durumda, bu becerilere sahip bireylerin ilgili pozisyonları doldurmak üzere farklı yöntemlerle, farklı coğrafyalardan transfer edilerek sisteme dahil edilmeleri gerekir. Ancak beceri açığı nedeniyle karşılaşılması muhtemel yüksek işsizlik oranlarının getirdiği sosyal sorunlar, politika yapıcıları korumacı tedbirler almaya sevk edebilir. Bu tedbirler kapsamında uluslararası işgücü mobilitesi sınırlandırılabilir; bu durum da gerekli becerilerin karşılanamaması nedeniyle yüksek katma değerli işlerin farklı ülkelere taşınmasına neden olabilir. Bahsettiğimiz daha önce deneyimlenmemiş bir senaryo değil; ancak artık geleneksel kurumların ve sistemlerin güç kaybettiği farklı bir dünyadayız ve yaşanan dönüşümlerin hızı hiçbir zaman 4. Endüstri Devrimi’ndeki kadar yüksek olmamıştı. Tek bir hayali senaryoda, gerçek durumda süreci etkileyebilecek pek çok değişkene hiç değinmeden dahi ne kadar karmaşık bir “bütün”le karşı karşıya olduğumuz ve böyle bir bütünün öngörülebilirliğinin ne denli güç olduğu ortada. Yukarıda da bahsettiğim üzere bu konular üzerinde düşünürken, söz konusu parçaları –ki bu noktada parça olarak bahsettiğim her yapı da aslında kendi içinde bir sistem- ve parçalar arası ilişkileri görerek, buradan bütüne dair çıkarımlarda bulunabilmek için “sistemsel düşünme nasıl geliştirilir?” sorusu üzerine gitmek gerekiyor. Aslında sistemsel düşünme, kendi içinde pek çok alt beceriden oluşan bir üst düzey bilişsel beceri seti. Kısaca bahsetmek gerekirse, sistemsel düşünme aşağıdaki becerilerden oluşuyor:
Dinamik Düşünme Statik düşünmenin aksine, dinamik düşünmede spesifik olaylara değil, tekrarlayan, belirli bir örüntü izleyen durumlara odaklanmak gerekiyor. Dolayısıyla zamanda alınan bir nokta değil, bir kesit üzerinden değerlendirme yapılıyor. Örneğin; üzerinde çalıştığınız bir probleme dair çözüm önerisini incelerken kendimize “bu çözüm hangi zaman aralığında uygulanabilir, uygulanması ne kadar sürer, bu sürede neler değişir, bu çözüm şu anda odağımız olmayan diğer hangi değişkenleri etkiler?” gibi soruları da sormalıyız. İç Odaklı Nedensellik Sistemler ve yarattıkları etkiler düşünülürken genellikle olaylara dış faktörlerin neden olduğu ön yargısı ile bakarız. Bazen durum gerçekten bu şekilde olabilir. Ancak daha bütünsel bir bakış açısı için aslında kontrolümüz altında olan değişkenleri de modele dahil etmek gerekir. Bu noktada sorulabilecek sorulardan biri şu olabilir: “Ne yaparak / yapmayarak kendimizi kontrol edemediğimiz dış faktörler karşısında savunmasız hale getiriyoruz?”. Bu noktada gelişim alanımızı tespit edip somut adımlar atabilmek daha mümkün hale geliyor. “Bir Orman Gibi” Tek tek ağaçlara bakmak yerine ormanı görmek, sistemsel düşünmenin ana unsurlarından biri. Ağaçları tanımak, birbiri ile olan ilişkileri keşfetmek her ne kadar önemli ise münferit olay ya da durumların dışına çıkarak benzerlik ve örüntüleri keşfetmek de bir o kadar önemli. Örneğin; bu hafta aşırı yüklenme nedeni ile çöken bir sisteminizle ilgili sorunu çözmek bir konuyken, bu sistemin hangi aralıklarla devre dışı kaldığını, vakalar arasında bir benzerlik olup olmadığını tespit etmek de uzun vadeli çözüme giden daha önemli bir konu. Dolayısıyla her olaya bu şekilde yaklaşmayı sistematik ve devamlı hale getirmek gerekiyor. Operasyonel ve Döngüsel Düşünme Olayları çözümlerken genellikle o olayı ya da durumu ortaya çıkaran faktörlerin bir listesini yaparız. Bu liste, sonucu etkileyen olası değişkenlerden oluşan, genellikle tek yönlü ilişkiler gösteren doğrusal bir listedir (verimliliği artırmak için evden çalışan personelin motivasyonunu yükseltmeliyiz vb.). Operasyonel düşünme, bu düşünme biçiminden çıkıp, durumları parçası oldukları “sürecin” içinde değerlendirmeyi salık veriyor. Bu nedenle çalışma sürecini haritalandırıp, sürecin hangi noktasında nasıl bir iyileştirmeye ihtiyaç olduğuna bütünsel olarak bakmak gerekiyor. Bunun için “süreci etkileyen faktörler nelerdir?” sorusunun yerini “sürecin doğası nedir, bu süreç nasıl işler?” sorusu almalı. Aynı zamanda durumu etkileyen değişkenlerin tek yönlü doğrusal ilişkiler içinde değil, döngüsel ve çok yönlü ilişkilerle birbirini etkilediğini de dikkate almak gerekiyor. Dolayısı ile doğrusal düşünme eğilimimizden biliçli bir farkındalıkla uzaklaşmamız ve tüm ilişkileri görmeye çalışmamız gerekiyor. Nicel Düşünme İşletmelere ilişkin pek çok analizde, yalnızca ölçülebilir, “hard” tabir edilen değişkenlere yoğunlaşıldığını, sosyal, kültürel ve psikolojik pek çok sistem değişkeninin “soft” ya da “ölçülemez” olması nedeni ile devre dışı bırakıldığını görüyoruz. Bu oldukça yanıltıcı sonuçlara varmanıza neden olabiliyor. Örneğin; yeni ofisinizin neden planladığınız performans seviyesine çıkamadığını anlamaya çalışırken “ölçülemez” bir değişken olan çalışan adaptasyonunu, gerek ölçülememe, gerekse “soft” değişken olma dolayısı ile değerlendirmeye almazsanız, planlarınızı bir süre daha ertelemek durumunda kalabilirsiniz. Bu noktada yapılan en temel yanlışlardan biri de “ölçme” ile “rakamsallaştırma” kavramlarının birbirine karıştırılması. Sonucu etkileyen her değişkeni cihazlarla, sensörlerle ölçebilmeniz mümkün olmayabilir. Ancak pek çok değişkeni, algısal düzeyde rakamsallaştırarak modele dahil etmek mümkün ve bütünü görebilmek de bunu gerektiriyor. Bilimsel Düşünme Aslında bu aşamaya kadar değindiğim tüm noktalar, bilimsel düşünmenin de unsurları arasında. Ancak sistemsel düşünme perspektifinde vurgulanması gereken önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum: Bilim dünyasında işimizin önemli bir kısmı gerçek hayatı anlamak üzere, çok değişkenli sistem modelleri kurarak, bu modelleri sürekli test edip kırılma noktalarını (reddedilen hipotezleri) tespit etmek ve modeli tekrar tekrar, yeniden kurgulamak. Amaç bir nevi mükemmele ulaşmak. Ancak son zamanlarda yaşadıklarımız da dahil olmak üzere pek çok olay, durum ve değişim, gerçek dünyada mükemmel bir modelin var olmadığını bize bir kere daha göstermiş oldu. Sistemsel düşünme de bu açıdan bakarak mükemmeli değil, en kullanışlı ve işler modeli dikkate alıyor. Yeterli sayıda ağaçla ormanı görebilmek mümkün ise bu bakış açısından işlevsel bir modele sahip olmuş oluyorsunuz. Sistemsel düşünme pratiklerinizi geliştirmek isterseniz, başta MOOC platformları olmak üzere internet üzerinden erişebileceğiniz sınırsız kaynak mevcut. Ben bu beceriyi geliştirme çabasının entelektüel gelişimimiz açısından da oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Zira bütünü görebilme çabamızda tek ve hür ağaçların doğasını, dalları ve kökleri ile kurdukları ağlar üzerinden birbirlerini nasıl etkilediklerini ve bir bütünü nasıl oluşturabildiklerini anlamak için epey bir veri toplamak ve araştırma yapmak gerekiyor. Bu nedenle geleceğin becerileri arasında önemli bir yere sahip olan sistemsel düşünme becerisini edinmek üzere çalışmak, bir çok açıdan fayda yaratacaktır. Yararlanılan kaynaklar: https://thesystemsthinker.com/ * Bu yazı Başlangıç Noktası blog sayfası üzerinden de okunabilir. https://baslangicnoktasi.org/sistemsel-dusunme-ve-gelecek-ongoruleri-uzerine/
0 Yorumlar
Eski normal – yeni normal tartışmalarının arasında konuşmamız gereken en önemli konulardan biri, eski normaldeki “Geleceğin İş Dünyası, Meslekleri ve Becerileri” savlarının yeni dünyada geçerliliğini koruyup korumayacağı. Yıkıcı teknolojilerin iş hayatına etkilerinden bahsettiğimiz uzun tartışmaların hiçbirinde, yıkıcı bir virüsün bu tartışmaları geçersiz hale getirebileceğini öngörmemiştik. Bu nedenle, artık Future of Work 2.0’dan bahsetmemiz gerekecek.
Mart ayı boyunca dünya nüfusunun üçte biri karantinadaydı. Nisan ayının sonuna geldiğimiz günlerde, 1.6 milyar çalışan işini kaybetme tehlikesi ile yüz yüze kaldı ve bu henüz başlangıç. Halen net öngörüler yapabilmekten uzağız. Zira bu çok bilinmeyenli denkleme her an yeni bir ekonomik, politik ve toplumsal değişken giriyor. Örneğin; Amerika’da George Floyd’un öldürülmesinin ardından başlayan toplumsal hareketin, Covid sürecinden, 40 milyon işsizden ve tüm bu süreçte insanların maruz kaldıkları farklı ayrımcılık türlerinden bağımsız olduğunu düşünebilir miyiz? Ekonomik, politik, sosyolojik ve kültürel pek çok faktörün etkisi altında yeni bir dünya şekilleniyor.
*Bu yazı, Başlangıç Noktası blog sayfası üzerinden de okunabilir. https://baslangicnoktasi.org/covid-sonrasi-yeni-gelecek/ |