DİCLE YURDAKUL
  • BLOG
  • HAKKIMDA
  • YAYINLAR
  • PROJELER
  • EĞİTİM & DERSLER
Resim

Sistemsel Düşünme ve Gelecek Öngörüleri Üzerine

19/6/2020

0 Yorumlar

 
Gestalt Teoremi 20. Yüzyılda Gestalt psikolojisinin kurucularından biri olan Max Wertheimer tarafından ortaya atılmış. Birkaç cümle ile özetlemeye çalışırsak Gestalt, bütünün parçaların toplamında fazlası olmakla kalmayıp, parçalardan bağımsız bir varoluşa sahip olduğunu savunuyor. Aslında Aristoteles de yalnızca 24 yüzyıl önce yazdığı fizik kitabında konuya başka bir bilimin perspektifinden açıklık getirerek, “Bütün ile parça arasındaki karşılıklı ilişkiyi ve karşılıklı ilişkinin düzenliliğinden doğan yeni bir ‘bütün’ü görebilmek gereklidir.” diyor. Günümüzde sıklıkla duyar hale geldiğimiz, geleceğin becerilerinden bahsederken önemle üzerinde durduğumuz “sistemsel düşünme” de bu parça-bütün ilişkileri ile ilgili oldukça önemli bir beceri seti.

Bu önemli beceriyi edinmek bir yandan bizi geleceğin dünyasında daha yetkin bir birey olmaya hazırlarken, diğer yandan o dünyanın nasıl bir dünya olacağını tanımlama ve tahminleme gücümüze de büyük katkı sağlıyor. Zira o muğlak ve belirsiz gelecek ekonomik, politik, sosyal, kültürel sistemlerin, eski yeni pek çok yapının ve değişkenin etkisinde şekillenecek. Faruk Eczacıbaşı’nın, benim için bir başucu kitabı niteliğinde olan “Daha Yeni Başlıyor” kitabının önsözünde Zeynep Tüfekçi, durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Eski dünyanın kurumlarıyla yeni dünyanın kurumları aynı oyun tahtasında katmanlı, karışık ve sürekli devinen bir etkileşim içinde.” Dolayısı ile bu yeni dünyayı anlamak için önce parçaların davranışlarına, parçalar arası etkileşimlere ve sonrasında da bu etkileşimlerden doğan yeni varlığa ilişkin bilgiye erişmemiz gerekiyor. Elbette bu çok çok zor bir iş. Ancak kısmen de olsa “ön görebiliyor” olmanın vereceği güce her zamankinden çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Zira sürdürülebililik ve eğitim alanlarında bu kavram üzerinde çalışan Prof. Stephen Sterling’in de bahsettiği gibi “Eğer sürdürülebilir bir gelecek kurmak istiyorsak, bağlantılı düşünmeliyiz.” Bunun yanında ve ötesinde, Homo Sapiens 300.000 yıldır en son ne zaman geleceğinden bizler kadar endişeli olmuştu, bilemiyorum. Bu endişeleri kısmen de olsa hafifletebilmek için öngörünün gücüne sığınma ihtiyacı içindeyiz.

Gelecek teorileri, bu gelecekteki sosyal, kültürel hayat ve iş hayatı konularına merak duyan biri olarak, öngörme konusundaki her beceriksizliğimizi sistemsel düşünmenin eksikliği ile ilişkilendirmeye başladım. Geleceğin iş dünyasını öngörmeye çalıştığımızda üzerinde düşünmemiz gereken pek çok sistem, katman ve kurum var: teknolojik dönüşüm hızı, ekonomik büyüme, yatırım sermayesi akışı, demografik faktörler, kentleşme eğilimi, iklim krizi, kurumların iş modellerindeki değişimler, eğitim sistemi, işgücü piyasalarındaki dönüşüm, devlet politikaları, teknolojik dönüşüm hızı, kültürel dönüşüm hızı, vb… Bu çok sistemli, çok katmanlı yapıda parçaların birbirini nasıl etkilediğine ve parçalardan bağımsız bir bütün oluşturduğuna kısa bir hayali senaryo ile bakalım: Eğitim sistemimizi teknolojik dönüşüm hızının gerektirdiği hızda dönüştüremememiz durumunda, beceri açığı derinleşir ve yetenek havuzumuzu teknolojik dönüşümün gerektirdiği becerilere sahip bireyler ile destekleyemeyiz. Bu durumda, bu becerilere sahip bireylerin ilgili pozisyonları doldurmak üzere farklı yöntemlerle, farklı coğrafyalardan transfer edilerek sisteme dahil edilmeleri gerekir. Ancak beceri açığı nedeniyle karşılaşılması muhtemel yüksek işsizlik oranlarının getirdiği sosyal sorunlar, politika yapıcıları korumacı tedbirler almaya sevk edebilir. Bu tedbirler kapsamında uluslararası işgücü mobilitesi sınırlandırılabilir; bu durum da gerekli becerilerin karşılanamaması nedeniyle yüksek katma değerli işlerin farklı ülkelere taşınmasına  neden olabilir. Bahsettiğimiz daha önce deneyimlenmemiş bir senaryo değil; ancak artık geleneksel kurumların ve sistemlerin güç kaybettiği farklı bir dünyadayız ve yaşanan dönüşümlerin hızı hiçbir zaman 4. Endüstri Devrimi’ndeki kadar yüksek olmamıştı. Tek bir hayali senaryoda, gerçek durumda süreci etkileyebilecek pek çok değişkene hiç değinmeden dahi ne kadar karmaşık bir “bütün”le karşı karşıya olduğumuz ve böyle bir bütünün öngörülebilirliğinin ne denli güç olduğu ortada.

Yukarıda da bahsettiğim üzere bu konular üzerinde düşünürken, söz konusu parçaları –ki bu noktada parça olarak bahsettiğim her yapı da aslında kendi içinde bir sistem- ve parçalar arası ilişkileri görerek, buradan bütüne dair çıkarımlarda bulunabilmek için “sistemsel düşünme nasıl geliştirilir?” sorusu üzerine gitmek gerekiyor. Aslında sistemsel düşünme, kendi içinde pek çok alt beceriden oluşan bir üst düzey bilişsel beceri seti. Kısaca bahsetmek gerekirse, sistemsel düşünme aşağıdaki becerilerden oluşuyor:
  • Sistemlerin tüm boyutlarını tanımlayabilmek
  • Makro sistemlerin (ekolojik sistemler vb.) etkilerini tanımlayabilmek
  • Makro ve mikro sistemlerin bileşenlerini tanımlayabilmek ve bu bileşenler arası ilişkileri tespit edebilmek
  • Sistemlerin yüzeyde olmayan, gizli bileşenlerini ortaya koyabilmek
  • Tarihsel bağlantıları kurabilmek (geçmiş, günümüz ve gelecek arasındaki ilişkiyi görebilmek)
  • Sistemlerin döngüler halinde çalıştıkları durumları fark edebilmek, örüntüleri ortaya çıkarabilmek
  • Sistem içindeki bireylerin rollerini ve davranışlarını açıklayabilmek, anlamlandırabilmek
  • Sistemin diğer canlı öğelerinin davranışlarını açıklayabilmek, varsa örüntüleri tespit edebilmek
  • Mekan ve fiziksel koşullar ile sistemlerin işleyişi arasında ilişki kurabilmek.
Bu beceri setlerinin her birini geliştirmek için ciddi bir çaba harcanması gerekiyor. Bana göre bir kısmı yoğun bir biçimde bilgi birikimine dayalı. Dolayısıyla beceri olarak nitelendirmekten ziyade gelişim alanı olarak adlandırmak daha yerinde olabilir. Diğer taraftan, edinilmiş bilgileri farklı yapıları analiz ederken anlamlı hale getirebilmek ise yoğun bir pratik gerektiriyor. Zannederim beceri olarak adlandırabileceğimiz kısım da bu. Söz konusu becerileri geliştirmek isteyenler için aşağıda yer alan eleştirel düşünme pratikleri oldukça işe yarar araçlar sunuyor:

Dinamik Düşünme
Statik düşünmenin aksine, dinamik düşünmede spesifik olaylara değil, tekrarlayan, belirli bir örüntü izleyen durumlara odaklanmak gerekiyor. Dolayısıyla zamanda alınan bir nokta değil, bir kesit üzerinden değerlendirme yapılıyor. Örneğin; üzerinde çalıştığınız bir probleme dair çözüm önerisini incelerken kendimize “bu çözüm hangi zaman aralığında uygulanabilir, uygulanması ne kadar sürer, bu sürede neler değişir, bu çözüm şu anda odağımız olmayan diğer hangi değişkenleri etkiler?” gibi soruları da sormalıyız.

İç Odaklı Nedensellik
Sistemler ve yarattıkları etkiler düşünülürken genellikle olaylara dış faktörlerin neden olduğu ön yargısı ile bakarız. Bazen durum gerçekten bu şekilde olabilir. Ancak daha bütünsel bir bakış açısı için aslında kontrolümüz altında olan değişkenleri de modele dahil etmek gerekir. Bu noktada sorulabilecek sorulardan biri şu olabilir: “Ne yaparak / yapmayarak kendimizi kontrol edemediğimiz dış faktörler karşısında savunmasız hale getiriyoruz?”. Bu noktada gelişim alanımızı tespit edip somut adımlar atabilmek daha mümkün hale geliyor.

“Bir Orman Gibi”
Tek tek ağaçlara bakmak yerine ormanı görmek, sistemsel düşünmenin ana unsurlarından biri. Ağaçları tanımak, birbiri ile olan ilişkileri keşfetmek her ne kadar önemli ise münferit olay ya da durumların dışına çıkarak benzerlik ve örüntüleri keşfetmek de bir o kadar önemli. Örneğin; bu hafta aşırı yüklenme nedeni ile çöken bir sisteminizle ilgili sorunu çözmek bir konuyken, bu sistemin hangi aralıklarla devre dışı kaldığını, vakalar arasında bir benzerlik olup olmadığını tespit etmek de uzun vadeli çözüme giden daha önemli bir konu. Dolayısıyla her olaya bu şekilde yaklaşmayı sistematik ve devamlı hale getirmek gerekiyor.

Operasyonel ve Döngüsel Düşünme
Olayları çözümlerken genellikle o olayı ya da durumu ortaya çıkaran faktörlerin bir listesini yaparız. Bu liste, sonucu etkileyen olası değişkenlerden oluşan, genellikle tek yönlü ilişkiler gösteren doğrusal bir listedir (verimliliği artırmak için evden çalışan personelin motivasyonunu yükseltmeliyiz vb.). Operasyonel düşünme, bu düşünme biçiminden çıkıp, durumları parçası oldukları “sürecin” içinde değerlendirmeyi salık veriyor. Bu nedenle çalışma sürecini haritalandırıp, sürecin hangi noktasında nasıl bir iyileştirmeye ihtiyaç olduğuna bütünsel olarak bakmak gerekiyor. Bunun için “süreci etkileyen faktörler nelerdir?” sorusunun yerini “sürecin doğası nedir, bu süreç nasıl işler?” sorusu almalı. Aynı zamanda durumu etkileyen değişkenlerin tek yönlü doğrusal ilişkiler içinde değil, döngüsel ve çok yönlü ilişkilerle birbirini etkilediğini de dikkate almak gerekiyor. Dolayısı ile doğrusal düşünme eğilimimizden biliçli bir farkındalıkla uzaklaşmamız ve tüm ilişkileri görmeye çalışmamız gerekiyor.

Nicel Düşünme
İşletmelere ilişkin pek çok analizde, yalnızca ölçülebilir, “hard” tabir edilen değişkenlere yoğunlaşıldığını, sosyal, kültürel ve psikolojik pek çok sistem değişkeninin “soft” ya da “ölçülemez” olması nedeni ile devre dışı bırakıldığını görüyoruz. Bu oldukça yanıltıcı sonuçlara varmanıza neden olabiliyor. Örneğin; yeni ofisinizin neden planladığınız performans seviyesine çıkamadığını anlamaya çalışırken “ölçülemez” bir değişken olan çalışan adaptasyonunu, gerek ölçülememe, gerekse “soft” değişken olma dolayısı ile değerlendirmeye almazsanız,  planlarınızı bir süre daha ertelemek durumunda kalabilirsiniz. Bu noktada yapılan en temel yanlışlardan biri de “ölçme” ile “rakamsallaştırma” kavramlarının birbirine karıştırılması. Sonucu etkileyen her değişkeni cihazlarla, sensörlerle ölçebilmeniz mümkün olmayabilir. Ancak pek çok değişkeni, algısal düzeyde rakamsallaştırarak modele dahil etmek mümkün ve bütünü görebilmek de bunu gerektiriyor.

Bilimsel Düşünme
Aslında bu aşamaya kadar değindiğim tüm noktalar, bilimsel düşünmenin de unsurları arasında. Ancak sistemsel düşünme perspektifinde vurgulanması gereken önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum: Bilim dünyasında işimizin önemli bir kısmı gerçek hayatı anlamak üzere, çok değişkenli sistem modelleri kurarak, bu modelleri sürekli test edip kırılma noktalarını (reddedilen hipotezleri) tespit etmek ve modeli tekrar tekrar, yeniden kurgulamak. Amaç bir nevi mükemmele ulaşmak. Ancak son zamanlarda yaşadıklarımız da dahil olmak üzere pek çok olay, durum ve değişim, gerçek dünyada mükemmel bir modelin var olmadığını bize bir kere daha göstermiş oldu. Sistemsel düşünme de bu açıdan bakarak mükemmeli değil, en kullanışlı ve işler modeli dikkate alıyor. Yeterli sayıda ağaçla ormanı görebilmek mümkün ise bu bakış açısından işlevsel bir modele sahip olmuş oluyorsunuz.
Sistemsel düşünme pratiklerinizi geliştirmek isterseniz, başta MOOC platformları olmak üzere internet üzerinden erişebileceğiniz sınırsız kaynak mevcut. Ben bu beceriyi geliştirme çabasının entelektüel gelişimimiz açısından da oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Zira bütünü görebilme çabamızda tek ve hür ağaçların doğasını, dalları ve kökleri ile kurdukları ağlar üzerinden birbirlerini nasıl etkilediklerini ve bir bütünü nasıl oluşturabildiklerini anlamak için epey bir veri toplamak ve araştırma yapmak gerekiyor. Bu nedenle geleceğin becerileri arasında önemli bir yere sahip olan sistemsel düşünme becerisini edinmek üzere çalışmak, bir çok açıdan fayda yaratacaktır.

Yararlanılan kaynaklar: https://thesystemsthinker.com/

* Bu yazı Başlangıç Noktası blog sayfası üzerinden de okunabilir.
​https://baslangicnoktasi.org/sistemsel-dusunme-ve-gelecek-ongoruleri-uzerine/


0 Yorumlar

Covid Sonrası Süreçte Geleceğin İş Dünyası

9/6/2020

0 Yorumlar

 
Eski normal – yeni normal tartışmalarının arasında konuşmamız gereken en önemli konulardan biri, eski normaldeki “Geleceğin İş Dünyası, Meslekleri ve Becerileri” savlarının yeni dünyada geçerliliğini koruyup korumayacağı. Yıkıcı teknolojilerin iş hayatına etkilerinden bahsettiğimiz uzun tartışmaların hiçbirinde, yıkıcı bir virüsün  bu tartışmaları geçersiz hale getirebileceğini öngörmemiştik. Bu nedenle, artık Future of Work 2.0’dan bahsetmemiz gerekecek.

Mart ayı boyunca dünya nüfusunun üçte biri karantinadaydı. Nisan ayının sonuna geldiğimiz günlerde, 1.6 milyar çalışan işini kaybetme tehlikesi ile yüz yüze kaldı ve bu henüz başlangıç. Halen net öngörüler yapabilmekten uzağız. Zira bu çok bilinmeyenli denkleme her an yeni bir ekonomik, politik ve toplumsal değişken giriyor. Örneğin; Amerika’da George Floyd’un öldürülmesinin ardından başlayan toplumsal hareketin, Covid sürecinden, 40 milyon işsizden ve tüm bu süreçte insanların maruz kaldıkları farklı ayrımcılık türlerinden bağımsız olduğunu düşünebilir miyiz? Ekonomik, politik, sosyolojik ve kültürel pek çok faktörün etkisi altında yeni bir dünya şekilleniyor.
  • Yeni Nesil Eşitsizlikler: COVID-19 sürecinde karşımıza çıkan önemli bir gerçek, yükselen dijital eşitsizlik oldu. Yeni normalde eşitsizlik tanımımız da genişledi. Artık gelir, cinsiyet, köken vb. değişkenlerin yanı sıra dijital eşitsizlik de önemli bir sorun olarak karşımızda. Giderek derinleşen bu eşitsizlik uçurumunu kapatabilmek için neler yapılması gerektiği önemli gündem maddelerimizden biri. Bir süre önce Türkiye’de kurulan UN Technology Bank, en az gelişmiş ülkelerin teknolojik gelişmişlik düzeyini artırmak amacıyla kurulmuş bir organizasyon. Kalkınma kuruluşları, devletler ve özel sektörün bir araya geldiği bu gibi oluşumlara duyduğumuz ihtiyaç, geçmişe nazaran çok daha fazla. Dijital eşitsizlik az gelişmiş ülkeler için ekonomik ve insani kalkınmanın önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkacak. Ülkeler, bölgeler ve şehir-kırsal arasındaki dijital eşitsizliklerin nasıl kapatılabileceği öncelikli olarak ele almak durumunda olduğumuz konulardan. Özellikle hizmet sektöründe. Örneğin; yazılım gibi alanlarda bazı hizmetlerin “offshore” olarak yürütülmesine devam edilebilir ancak tedarik zinciri sorunlarının nispeten azaltılabilmesi için kimi operasyonların ülke ya da kıta içine taşınması da mümkün. Bu durumun, özellikle dijital altyapısı az gelişmiş ülkelerde işsizlik sorunlarının daha uzun vadeli olmasına neden olabileceği öngörülebilir.
 
  • İnsan Kaynakları Yönetimi: Başta dijital dönüşüm ve IK birimleri olmak üzere, olası kriz senaryoları için geliştirilen, rafta duran strateji dökümanlarının pek işe yaramadığını gördük. Yaşadığımız süreç, bazı çalışanların çok daha yoğun çalıştığı, ekip içinde asimetrik iş yükleri ile sonuçlanan bir süreç oldu. Dolayısıyla öncelikle ekip yönetimi ve verimli çalışma açısından yeni stratejilere ihtiyaç duyulduğu görüldü. Çalışanların bütünün içindeki yerlerini görebilmeleri ve yaptıkları işin çıktılarının neden önemli olduğunu kavrayabilmeleri için daha iyi bir planlama ve iletişime ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Gerek çalışan adaptasyonu, “iyi oluşu” ve motivasyonu, gerekse kurumsal sürdürülebilirlik açısından insan kaynakları uzmanlarının çok daha kilit bir göreve sahip olduklarını söylemek mümkün.
 
  • Uzaktan Çalışma: ILO verilerine göre gelişmiş ülkelerde çalışanların %27’si uzaktan çalışmaya devam edebilecek durumda. Ancak bu, herkesin evden çalışmaya devam etmek istediği anlamına gelmiyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde Gallup tarafından yapılan bir araştırmaya göre, karantina sona erse de risk nedeni ile evden çalışmaya devam etmek isteyen çalışanların oranı yaklaşık %60. Öte yandan uzaktan çalışma bir çok çalışan için iş-özel hayat dengesinin tamamen ortadan kalkması, uzun mesai saatleri, sosyal izolasyondan kaynaklanan ruhsal sıkıntılar, anlam kaybı ve kimlik sorgulamalarını beraberinde getirdi. Sosyalleşme ve aidiyet ihtiyaçlarımızın karşılanamadığı bu dönemde, uzaktan çalışmanın olumsuz etkileri yoğun bir biçimde hissedildi. Ofis çalışmasının beraberinde getirdiği sosyal ve ekonomik etkinin uzaktan çalışma ile sağlanabilmesinin bu aşamada mümkün olmadığı söylenebilir, ancak bu gelişime açık bir alan olarak görünüyor.
 
  • İnsanın Anlam Arayışı (Victor Frankl’a saygıyla): Bu süreçte, özellikle kamu yararına yönelik sektörlerde (sağlıktan eğitime, lotistikten kimya sektörüne kadar) çalışanların insanlık için iyi bir şeyler yapıyor olmanın getirdiği yüksek motivasyonla uzun mesailer boyunca yoğun bir şekilde çalıştıklarına tanık olduk. Pek çok şirket ve çalışan, bu durumu gururla raporladı ve duyurdu. Mevcut koşullarda giderek daha da yoğunlaşan insanın hayatta bir anlam bulmaya yönelik arayışı, bazı meslek sahipleri için “işin anlamlı hale gelmesi” ile kısmen de olsa cevap buldu. Bu konunun özellikle Z kuşağı için büyük anlam ifade ettiği ve çalışan markasının önemli boyutlarından biri olduğunu da akılda tutmak gerekiyor. Dolayısı ile bu anlam yaratma sürecinin COVID-19 sonrası sürece de entegre edilmesininin, şirketlerin öncelikli alanlarından biri olması gerekiyor.
 
  • Kapsayıcılık ve Çeşitlilik: Bu süreçte, kapsayıcılık konusuna daha fazla eğilmek gerektiği gerçeğini de idrak ettik. Yaş ve cinsiyet başta olmak üzere pek çok demografik değişken COVID-19 sürecinde neden daha kapsayıcı ve çeşitli bir işgücü portföyü oluşturmamız gerektiğini bize gösterdi. Dolayısıyla üst kademelerde daha çok kadın ve genç görmek belki de eskisinden daha mümkün olacak. İşlerin daha anlamlı ve motive edici hale getirilmesi, yaratıcı ve özgür bir kurum kültürü oluşturulması ve tüm örgütlerin daha kapsayıcı ve çeşitli hale getirilmesi yalnızca özel sektör için değil, tüm kurumlar için üzerinde çalışılması gereken alanlardan bazıları. Kısa vadede finansal sürdürülebilirliklerine odaklanacak olan şirketlerin, orta ve uzun vadede bu konular üzerinde çalışmaları, gelecekteki sürdürülebilirlikleri açısından hayati öneme sahip.
 
  • Yeni Dünyada İnsanın Rolü: Teknolojik gelişmeler ile insanın iş hayatındaki rolünün sorgulandığı bir dönemden geçmekteydik. Ancak pandemi süreci, tek başına teknolojinin insan ihtiyaçlarını tatmin etmekten uzak olduğunu gösterdi. İnsan faktörü -başta eğitim ve sağlık olmak üzere pek çok sektörde- önemini her zamankinden daha fazla hissettirdi. Bir eğitimci olarak ben ve öğrencilerim, hiçbir gelişmiş platformun ya da eğitim teknolojisinin öğrenmede insan etkileşiminin yerini tutamayacağını birinci elden deneyimledik. COVID-19 öncesinde konuşulduğu ve bu süreçte de deneyimlendiği üzere, teknoloji-insan etkileşimi geleceğin iş dünyasının en önemli konularından biri olmaya devam edecek. Bu süreç, denklemin insan boyutunun önemini derin bir şekilde vurgulamış oldu.
 
  • Duygusal Çeviklik ve Dayanıklılık: Pandeminin en önemli çıktılarından bazıları adaptasyon, dayanıklılık ve esnekliğin önemini derin tecrübelerle kavramamız oldu. Bu süreçte, bazı girişimlerin ilk şokun ardından karşılaştıkları sorunları diğerlerine kıyasla çok daha hızlı bir biçimde çözmeyi başardıklarını gördük. Gerek girişimcilerle yaptığımız görüşmeler, gerekse bu konuda paylaşılan veriler ve yorumlar gösteriyor ki özellikle küçük ölçekli girişimler için hayati derecede öneme sahip olan konu, liderlerinin duygusal çeviklik düzeyi. Duygusal çevikliği yüksek olan bireyler bu gibi süreçlerde ilk şoku atlattıktan sonra hızla toparlanıp, durum analizi ve aksiyon planlarını oluşturarak ekiplerini de ayağa kaldırmayı ve yollarına eskisinden daha da güçlü olarak devam etmeyi bildiler. Bu özellik, mevcut durumdan güçlenerek çıkan bireylerin ve kurumların en önemli ortak özelliklerinden biri olarak karşımıza çıktı. Geleceğin becerilerine ilişkin tüm araştırma ve raporlarda da kendine önemli bir yer bulan duygusal çeviklik ve dayanıklılık, giderek daha fazla türbülansla karşılaşacağımız gelecekte ayakta kalmanın en önemli anahtarlarından biri. University of Pennsylvania Wharton School’un ünlü profesörü Adam Grant, pek çok insanın travma sonrası stres bozukluğu yaşayacağını belirtirken, duruma olumlu tarafından bakarak bunun aynı zamanda travma sonrası kişisel olgunlaşma anlamına da gelebileceğini vurguluyor. Bu olgunlaşmanın önemli ayaklarından birinin de duygusal çeviklik ve dayanıklılık olduğunu fark ettik. Başta girişimciler ve liderler olmak üzere tüm çalışanların ve bireylerin, bu önemli konuyu kişisel gelişim ajandalarına almaları büyük önem taşıyor.
 
  • Gig Ekonomisi ve Serbest Çalışma Modelleri: COVID-19 öncesi çalışmalarda gig ekonomisinin hızla büyüyeceğine dair öngörüler ağırlıklı olarak yer alıyordu. Ancak yaşadığımız süreç, bu önermeyi de soru işaretlerine maruz bırakıyor. Nisan ayında ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, gig çalışanların %70’i pandemi sırasında işverenlerden yeteri kadar destek alamadıklarını belirterek durumdan duydukları memnuniyetsizliği ifade etmişler. Çalışanların bu memnuniyetsizliğinin ardında yatan önemli bir faktör de sağlık sistemine erişim ve sigortalılık durumlarına ilişkin sorunlardan kaynaklanıyor. Gig ekonomisinde esneklik ve düzenli gelir ve haklara sahip olma arasındaki fiili ve algısal dengenin bozulmuş olması kuvvetle muhtemel. Bu durumdan hareketle, gig ekonomisinin ilerleyen dönemlerdeki seyrine ilişkin soru işaretleri beliriyor. Öte yandan Gartner tarafından yapılan bir araştırmada katılımcı şirketlerin %32’si maliyet düşürebilmek adına tam zamanlı personeli yarı zamanlı çalışanlarla değiştirmeyi düşündüklerini iletiyorlar. Dolayısı ile arz ve talep tarafında çelişen trendlerle karşılaşabiliriz. İşgücü piyasasının gig ekonomisi ayağının nerede dengeye geleceğini de ilerleyen zamanlarda göreceğiz.
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra makro düzeyde de büyük değişimlerden geçiyoruz. İşsizlik, ekonomik kriz, dijital eşitsizlik, giderek yükselen politik ve sosyal dengesizlik gibi sorunların daha otokratik, içe kapalı ve korumacı yaklaşımlara neden olabileceği sıkça dile getiriliyor. Öte yandan aynı koşulların ve kolektif bilinçten doğan haklı ve ısrarlı taleplerin, daha adil, demokratik ve insan odaklı bir iş hayatı ve dünya yaratabilmesi de bana göre ihtimal dahilinde.

*Bu yazı, Başlangıç Noktası blog sayfası üzerinden de okunabilir. 

​https://baslangicnoktasi.org/covid-sonrasi-yeni-gelecek/
0 Yorumlar

    Arşivler

    Kasım 2020
    Eylül 2020
    Temmuz 2020
    Haziran 2020
    Mayıs 2020

    Kategoriler

    Tümü
    Blockchain
    Büyük Veri
    COVID 19
    Future Of Work
    Geleceğin Meslekleri Ve Becerileri
    Gözetim Kapitalizmi
    HealthTech
    Nörobilim
    Sistemsel Düşünme
    Sürdürülebilirlik
    Tech4Good
    Tech Law
    Tedarik Zinciri
    Veri Mahremiyeti

    RSS Beslemesi

Destekleyen: Özelleştirilebilir şablonları kullanarak size özel web sitenizi oluşturun.
  • BLOG
  • HAKKIMDA
  • YAYINLAR
  • PROJELER
  • EĞİTİM & DERSLER